OSMAN GAZİ GÜÇLÜTÜRK RÖPORTAJI
Ekip: Yapay zeka ile üretilen içeriklerin 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamındaki yerini nasıl yorumluyorsunuz?
Osman Gazi Güçlütürk: Burada bir tane temel mesele var: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu aslında fikri eseri koruyor, ünü koruyor. Burada ikili bir ayrımı yapılır ‘’ifade’’ ve ‘’fikir’’ diye, fikri korumaz. Fikir korunmaz, fikir üzerine tekellüm iddia edilmez, ifadesi korunur. Niye böyle bir ayrım yapıyorum en başta? Mesela o resim üreten algoritmalara komut giriyorsunuz, prompt giriyorsunuz. Ben diyebilirim ki ‘’Bana kar yağan bir ortamda, dağın başında pembe panjurlu bir ev çiz.’’. Aslında bu tanıma uyan sınırsız sayıda fazla olası ihtimal var. Bana 4 tanesini seçip getirecek. Şimdi ben desem ki ‘’Promptu ben girdim, bunun hakkı bana ait.’’. O zaman ben aslında o promptun çıkaracağı bütün resimler üzerinde hak iddia etmiş oluyorum. Bu doğru gözüküyor mu? Soru işareti. Burada bunu bırakıyorum şimdilik. Orijinin çekirdeğinde eser kavramı var, biz de şöyle bir şey diyoruz: Sahibinin hususiyetini yansıtan her türlü ve şu, şu, şu kategorilere dahil olan ürün diyoruz ve biz bunları aslında 3-4 başlık altında inceliyoruz. Buradaki en önemli mesele hususiyet. Bizdeki hususiyet kavramı aslında yurt dışında orijinallikle, yaratıcılıkla özdeşleşmiş durumda. Bizdeki biraz daha farklı o yüzden. Bu konuda Türk Hukuku yabancı hukukla eş durumda değil. Şimdi soru şuna geliyor: Yapay zeka kullanılarak üretilen bir ürüne acaba üreten kişi kendisinden bir parça, bu hususiyet şartını sağlayacak bir parça katmış mıdır? Bu sorunun cevabı ‘’Duruma göre değişir.’’ ama nasıl değişir? Örnek vererek anlatayım: Ben sadece bir tuşa basarak üretiyorsam bence burada ben hususiyetimi katmıyorum artık. Bence artık oradaki nihai olarak üretilen şey üzerinde ben hak iddia edememeliyim ama diyelim ki ben böyle bir prompt şeyi kullandım ve bu kadar jenerik şey yazdım, 4 tane resim verdi. Birini kullandım ve dedim ki ‘’Bunu ben kullandım, ben yazdım ve benim istediğim şeyi ortaya çıkardı.’’ dolayısıyla ‘’Bu benim.’’ demek istedim. Oldu mu? Bence yine olmadı çünkü bir sürü şekil arasından sadece dört tane aşama gösterdi, ben de birisini seçtim ama onun nihai üretimini ben yapmadım. Fikir benimdi, o fikri ifaya da ben çevirmedim ama ben o resmi aldım; 4. kez, 5. kez değiştirdim; tekrar geliştirdim, ‘’Burasını böyle yap.’’ dedim, bir de üstüne 1-2 tane daha rötuş elimle ekledim, ‘’E artık burada hususiyet olması lazım.’’ diyebiliyorum. Buradaki soru şu işte, günün sonunda buraya geliyor: -5846’nın çekirdek kavramı eser bakımından ‘’hususiyet’’- acaba yapay zekayı nasıl kullanıyorum? Fikir dediğimiz o şey ürüne dönüşürken ben ne kadar katkı sağlıyorum ve yapay zeka bunun neresinde? Buna bakmak lazım. Bir fotoğraf makinasının tuşuna basmaktan farksız mı? Yani ben her şeyi belirledim, acaba bana sadece sonucu mu veriyor? Buna biz eser diyoruz çünkü. Aslında tuşa basmak da mekanik bir alet, buna mı benziyor? Yoksa hayır, ben sadece fikri verdim, aslında her şeyi o mu yaptı? Bu baya tabi detaylarıyla da tartışmalı bir konu. Amerika’da ayrı bir yola gidildi, Avrupa Birliği başka şeyler yapıyor. Tam gelişimini zamanla göreceğiz ama mevcut düzenleme altındaki asıl bence çekirdek kavram burada şu: ‘’Hususiyet var mı, yok mu?’’ incelemesi. Duruma göre bakmak lazım. Çoğu durumda sadece prompt girip enter tuşuna basıyorsanız onlar eser olmayacaktır demek daha kolay.
Ekip: Teşekkürler. Diğer sorumuz da şöyle: Blokzincir teknolojisinin kişisel verilerin korunması üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? GDPR gibi uygulamalar blokzincir üzerine uygulanabilir mi?
Osman Gazi Güçlütürk: ‘’GDPR gibi uygulamalar blokzincire uygulanabilir mi?’’ sorusunu şöyle netleştireyim: Uygulanır zaten. Sorun nasıl uygulanır hale getireceğimizdir çünkü kişisel veri işliyorsanız kullandığınız teknolojinin bir önemi yok. Avrupa’da GDPR, Türkiye’de KVKK hatta duruma göre Avrupa verisi işliyorsanız Türkiye’de bile GDPR uygulanır zaten. Asıl mesele bu uygulamanın nasıl olacağıdır ve eğer siz doğrudan veriyi blokzincire yüklüyorsanız bunun bazı prensipleri, bazı ilkeleri ihlal edip etmediği. Şimdi yine birkaç tane ortaya koymam gereken temel husus var. Blokzincir deyince biz hep şunu anlıyoruz: Public Permissionless dediğimiz bir özel tür var: Herkesin erişimine açık ve herkesin kayıt etme yarışına da girebileceği, bitcoinvari. Aslında bunlarla sınırlı değil ama onlar üzerinden konuşacağım da tartışma oradan çıkıyor çünkü. Aslında blokzincir tek tip olmuyor, önce onu netleştirmek lazım dolayısıyla blokzincirin özelliği itibariyle bazıları herkese açık değil, bazıları herkesin yazabileceği kayıtlar değil. Onlarda cevaplar değişir ama bitcoinvari açık olanlardan bahsedersek oradaki en büyük sorun şu: Siz oraya bir veriyi kaydettiğinizde o veri aynı anda bilmem kaç tane cihaza yayıldığı için ve bu sistemini herkes kapatmaya karar vermedikçe o hep orada kaldığı için aslında bizdeki, KVKK’nin 7. maddesindeki durumunu gerçekleştirememiş oluyorsunuz: silme, anonimleştirme, yok etme yani imha diye genellediğimiz. İmha durumunu gerçekleştirmemiş oluyor, amacınız gerçekleşse de kullanım sona erse de veri orada kalıyor ve doğru bir şekilde kaydetmediyseniz okunabilir şekilde kalıyor dolayısıyla dikkatli olmak lazım. Kural olarak uygulanır buna dikkat edecek şekilde ya da mesela AB’de mesela unutulma hakkına uygun olacak şekilde nasıl yaparız diye sorarsanız bunun bir tane temel yöntemi var: Offchain storage dediğimiz zincir dışı depolama diye bir özellik var. Veriyi aslında zincir dışı bir serverde, geleneksel anlamda serverda tutuyorsunuz, blokzincir üzerine sadece onun dijital ayak izini kopyalıyorsunuz dolayısıyla o ayak izinin içerisinde verinin saklı bulunduğu serverın bir tane bağlantısı da oluyor. Dijital ayak izi dediğimiz şey orada hep kalacak, onu da silemeyeceksiniz ama silmek istiyorsanız, bu hakkı kullanmak istiyorsanız gideceksiniz, o dosyayı o serverdan kaldıracaksınız dolayısıyla ulaşılamaz hale gelecek. Fiilen imha etmiş olacaksınız, bağlantı orada duruyor gibi olacak ama fiilen imha olacak. Kişisel verileri, hassas verileri, ticari değeri olan verileri -olay sadece KVKK ile alakalı değil- offchain storage ile başka bir yerde tutup kayıtlarını ve sadece dijital izlerini blokzincir üzerinde aslında depolayarak bu sorunun üstesinden büyük ölçüde gelebilirsiniz ama tabi her durumun özelliğine bakmak lazım yine çünkü mesela blokzincirin kendi yapısının haricinde içerideki mekanizmalarına da özel teknikler kullanılabiliyor. Buna gerek kalmadan P2 dediğimiz şeyler var: Privacy Enhancing Technologies. Bu aslında yapay zekada daha çok gündeme geliyor ama Privacy Enchaning Blokchainler vardı farklı yapılar kullanan. Direkt yapı itibariyle bazı ek önlemler alıp da yine kendinizi güvenli hale getirebilirsiniz ama en katı, temiz hali bu verileri hiç zincire koymadan dışarıdan tutup sadece anahtarını, bağlantısını oraya eklemek, eğer işiniz bittiyse de onu o sunucudan silip devam etmek.
Ekip: Teşekkür ederiz. Hocam ‘’Yapay Zeka Statükocu mu?’’ adlı blog yazınızda yapay zekanın cevaplarının dile göre farklılık gösterdiğini belirtiyorsunuz. Bu durum TCK m. 122’deki Nefret ve Ayrımcılık suçu bağlamında nasıl denetlenebilir ve cezalandırılabilir?
Osman Gazi Güçlütürk: Güzel soru, ceza sorusu olduğu için çok temkinliyim. Buna kağıt üzerinde çok yüzeysel bir ‘’Hayır.’’ deyip geçeceğim çünkü Ceza Hukuku prensiplerine çok bulaşmayı sevmiyorum ben bir özel hukukçu olarak. Yanlış bir şey söyleme ihtimalim var ama hayır demekteki rahatlığımın sebebi şu: Birincisi suçun manevi unsuru çok yüksek bir ölçüde ortada olmayacak çünkü oradaki mesele aslında siz promptu giriyorsunuz ve sonucu öngörmeden giriyorsunuz. Sonucu öngörmeden girdiğinizde gelen çıktının o şekilde suç oluşturabilecek -ilk bakışta- bir içeriğe sahip olması sizi aradaki bağlantının kopukluğu sebebiyle sonucu öngöremediğiniz için çoğu durumda zaten suçla bağlantılı bir noktaya getirmeyecek ama o içeriğin değişmesi ya da dil bazlı ayrımcılığın tek başına suç oluşturmaya müsait olup olmadığı, yani insan bilerek yapsa oluşur muydu? Bence onun cevabı da hayır çünkü oradaki farklılıklar kültürel yani Ceza Hukuku anlamında ya da Anayasa (temel haklar bağlamında) bir ayrımcılık söz konusu değil orada çoğu durumda. Orada verilerin içerisindeki -sonuçta yapay zeka dediğimiz şey bunu gökten zembille indirmiyor, veri kaynaklarından çekiyor- veri kaynaklarının da kullanıldıkları dile ve çıktıkları coğrafyaya bağlı bir retoriği var. Ona bağlı olarak ister istemez çıktının tipi de değişiyor. Türkiye ile ilgili konuştuğunuzda daha Türk kültürüne yakın kaynaklardan geldiği için yapmaya çalışıyor, direkt İngilizceden aldığınızda daha global bir konteks duyuyorsunuz. Oradaki örnekler şeydi, zaten soru da öyle gelmişti bana onunla ilgili: Gazze olaylarında ölü sayıları mesela İsrail kaynaklarında farklı, Filistin kaynaklarında farklı dolayısıyla hangi dilde soru sorarsanız ya da hangi dile çevirtirseniz onun kaynağını çekebileceği için sayılarda farklılaşmalar oluşuyor. Benzer bir durum Türkiye için de var. Türkiye’nin PKK ile olan çatışmalarındaki ölü sayılarında da benzer durumlar var ama bu ayrımcılık için yapılan bir ayrımcılık değil. Kaynakların farklı yansımasından kaynaklı. En başta size konuşurken de söylediğim kayıt dışı olan şeye dönüyorum: Yapay zekanın nasıl çalıştığını bilirseniz bunları anlamanız mümkün oluyor. Yapay zeka dediğimiz şey -aşırı basitleştireceğim, bunu böyle yazarsanız birçok itiraz alır ama anlayın diye söylüyorum- mevcut dil kaynaklarındaki bağlantıları inceleyip oradaki şeyleri sizin istediğiniz doğrultuda tekrar eden aşırı teknolojik bir papağan gibi düşünün. Orada ne varsa onu az çok çeviriyor, yansıtıyor. Oradaki veri kaynaklarındaki farklılığın bir yansıması ve dillerin yeterince temsil edilmemesinin yansıması. İngilizce kaynak dünya kadar var, Türkçe kaynak çok daha az dolayısıyla Türkçe metinlerde ister istemez dilin kalitesi de kayıyor. İngilizcede daha rahat alıyorsunuz. Hem kaynak içerisindeki bilgi farklı hem de dilin temsil oranı farklı. Bunun bir otomatik, objektif sonucu oradaki çıktı o yüzden bu suçların oluşmaması lazım çünkü zaten öngörülebilir şeyler değil bunlar.
Ekip: Peki Türkiye’de yapay zeka ve veri kullanımıyla ilgili mevcut yasal düzenlemeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Geliştirilmesi gereken düzenlemeler nelerdir sizce?
Osman Gazi Güçlütürk: Güzel soru. Öncelikle benim çok sevdiğim bir cümle var, eleştirmeyi çok sevdiğim bir cümle var: ‘’Türkiye’de yapay zekaya uygulanacak hukuki düzenleme yoktur.’’ gibi bir şey söyleniyor, bunu bazen hocalar da söylüyor. Bu yanlış. Türkiye’de yapay zekayı özellikle düzenleyen bir düzenleme yok ama KVKK, FSEK, Anayasa, Borçlar Kanunu, TCK, bizim genel tek düzenlemelerimizin hepsi içeriğine uygun düştüğü ölçüde yapay zeka da uygulanır. Blokzincirde dediğimi hatırlayın: Bir kişisel veri işliyorsanız yapay zekayla KVKK uygulanır. Bu şu an dağınık bir halde, bir kısmı böyle kalmaya devam edecek çünkü bunlar temel kanunlar. Yani siz yapay zekanın çerçevesini anlayabilmek istiyorsanız KVKK’yi de biraz bileceksiniz, Fikri Mülkiyet’i de biraz bileceksiniz, temel hak ve özgürlüklerde ayrımcılık sorunları var, onları da biraz bileceksiniz. Bunun haricinde daha özelinde nasıl bir düzenleme gelebilir? Avrupa Birliği Yapay Zeka Tüzüğü var. Bu tüzük aslında yapay zeka yasası diye adlandırılıyor, bu da hatalı. Onu komisyon böyle yaptı, daha böyle reklam olsun diye böyle yaptı ama o aslında bir ürün güvenliği düzenlemesi. Ne demek bu? Avrupa Birliği içerisinde pazara giren yani ticari olarak girecek olan, dışarıdan giren veya içeride dolaşmakta olan yapay zeka sistemleri şu şu önlemlerden geçerek piyasaya girsin, güvenli olsun diye yapılan bir düzenleme. Temel hakların büyük bir kısmını düzenlemiyor, sadece bazı yasaklar var. Telif hakkını o da düzenlemiyor, KVKK’yi o da düzenlemiyor. Liability dediğimiz hukuki sorunluluğu o da düzenlemiyor. Aslında o kadar geniş bir düzenleme değil. Onun Türkiye versiyonunu göreceğiz muhtemelen. Niye bu kadar rahat konuşabiliyorum? Çünkü Türkiye bir Gümrük Birliği üyesi Avrupa Birliği üyesi değilse de o yüzden Türkiye mallar bakımından Avrupa Birliği iç pazarına dahil. Sınırlarda geçilir, ek kontroller yok dolayısıyla bunun devam edebilmesi için, Gümrük Birliğinin olumsuz etkilenmemesi için Türkiye’nin yapay zeka sistem ve ürünleri bakımından da o düzenlemeyi geliştirmesi lazım ki o ticaret devam edebilsin o yüzden ürün güvenliği bazlı, Yapay Zeka Tüzüğü’nün benzeri bir düzenlemeyi göreceğiz. Onun haricinde Data Act var, GDPR oyunları var. Bunları biz yaparsak Avrupa Birliği ile beraber bunlardan da biraz etkilenme olacak çünkü şu an mesela Türkiye’de veri üzerindeki hak sahipliğine ilişkin genel bir düzenleme yok. Sadece KVKK var kişisel veriler için, FSEK var ürün niteliği, eser niteliğindeki olanlar için, yine FSEK’in altında sui generis veri tabanı koruması var ama genel bir düzenleme başka türlü yok. Onun üzerindeki hak mülkiyet hakkı da değil çünkü mutlak yani bizdeki mülkiyet hakkı sadece cismani şeyler üzerinde olabiliyor fakat Avrupa Birliğinde bir düzenleme çıktı Data Act diye. Bu bizim telefonlarla, akıllı cihazlarla ürettiğimiz verileri mesela, üzerindeki hak sahipliğini düzenleyen. Buradaki düzenleme de gelecek muhtemelen, orada da yeni bir şey tartışıyor olacağız. Genel bir boşluk var, bir şeylerin gelmesi gerekiyor. O da muhtemelen Avrupa Birliği tarafından gelecek ticaret ilişkisi sebebiyle ama şu an ‘’Bunun tek yolu var, o da bu.’’ demek için çok erken çünkü çok hızlı gelişen bir alan, bu kadar hızlı gelişen bir alanda hızlı bir şekilde, kontrolsüz düzenleme yaparsanız bu sefer düzelteceğim derken bozarsınız bir şeyleri o yüzden yasama çığırtkanlığı yok yapmamak lazım. Biraz izlenmesi gereken bir alan, sorunların tespit edilmesi gereken bir alan. Zamanla yavaş yavaş çözülecek diye inanıyorum.
Ekip: Blokzincirlerdeki veri değişikliklerinin maliyeti yüksek olduğundan devletler bu maliyetten kaçabilir mi? Verileri yanlış girilen kişilerin bu hatalardan haberdar olup kontrol sağlaması nasıl mümkün olur?
Osman Gazi Güçlütürk: Veri girişlerinin maliyetinin yüksek olması bu bahsettiğimiz public permissionless zincirler için geçerli. Devletler de bunu kullanmazlar çoğunlukla. Devlet bir veri kaynağını kendi isteğiyle, çok özel bir amacı yoksa kendi kontrolünün dışında bırakmaz. Hiçbir devlet bırakmaz. Devletin egemenliğini kullanma yaklaşımına genel olarak uygun değil kontrol edemediği veri akışının içerisinde bırakmak o yüzden devlet bugün blokzincir altyapısı kullanırsa bunu muhtemelen public permissionless kullanmaz ya da onun merkezine kendisini koyup orada bir kontrol kapısı yaratır o yüzden bu soru fiilen biraz kadük kalıyor ama şöyle bir şey var: -Nihayetinde biraz önce söylediğim soruyla da alakalı- şu anki sistemlerin gelir kapasitesi çok düşük blokzincir bakımından çünkü bu kadar fazla kişiyi bir araya getiriyorsanız ve bu kadar fazla kişiyi yarıştıracaksanız, herkese açıksa sistemin belli kontrol mekanizmasıyla çalışması gerekiyor. Onu yapmak için de -herkesin internet bağlantısı ve veri hızı aynı olmadığından- küçük küçük parçalara bölüyorsunuz, çok küçük verileri aktarabiliyorsunuz. Bunun çözümü ne? Az önce söylediğim offchain storage yine. Büyük şeyleri, sensitive, önemli şeyleri offchain tutup kayıtları oradan işletmek. Yine bir sıkıntı çıkarsa nasıl düzeltebiliriz, kontrolü nasıl sağlayabiliriz? Yine offchain storage. Offchaine koyacaksınız, oradan eğer bir sıkıntı çıktıysa bağlantıyı koparacaksınız. Bu arada offchain deyip duruyorum, bunun şöyle varyasyonları da var, bunlara oracle deniyor, aracılar. Yani aslında siz mesela bir sistemde (özellikle akıllı sözleşme düzeneğinde işe yarayacak bu) bir şey yaptınız, sözleşme veri işleme sürecini başlattı ve mesela durdurulamıyor, ilk başlarda böyle örnekler vardı hatalı yazılan kodlar yüzünden. Bunların önüne geçmek için sürekli bir yerlerde bir oracle bırakacaksınız, bir yere bağlayacaksınız ya da kendiniz bir girdiye bağlayacaksınız. Bir oracledan gelecek bilgiyle o sistem durdurulabilecek, belli bir kaydın işlenmesi durdurulabilecek. Dışarıya hep bir kapı açık bırakırsanız, kendinize müthiş güvenip kapalı devre, deterministik şekilde sürekli çalışan sınırsız kodlar yazmazsanız bence bu tip işler yok ama bunu yapan çok fazla mühendis var o heyecanla. Onlara diyecek de bir şey yok.
Ekip: Hocam burada aklımıza takılan bir şey olduğu için sormak istiyoruz. Offchainler de blokchainler gibi merkezi bir sistemdeki ana şifreye mi bağlı yoksa tamamen dizilemiyor mu?
Osman Gazi Güçlütürk: Bizim şu an normal bilgisayar kullanımımızın tamamını offchain storage gibi düşünün. Bir tane server var, uzak sunucu, bilgisayara bağlı. Ben asıl kullanacağım veriyi oraya atıyorum, şifreliyorum, her şeyi yapıyorum. Sonra oranın verisine ilişkin bir bilgi içeren hash diye bir şey var. Onun hashini zincire atıyorum dolayısıyla ben o veriyi değiştirdiğim an hash geçersiz hale geliyor, bağlantı kopuyor.
Ekip: Teşekkürler hocam, şu an daha iyi oturdu çünkü oradaki veri tamamen koparılamıyordu.
Osman Gazi Güçlütürk: Oradaki veriyi tamamen değiştirmiş olmuyorum ama bağlantıyı kopararak güvensizlik ve silinemezlik sorununu ortadan kaldırmış oluyorum. Bir sürü çöp hash doluyor zincir, onu engelleyemiyorum ama.
Ekip: Oracle da o zaman bu güvenliği sağlayan unsurların başlıcaları mı?
Osman Gazi Güçlütürk: Hayır, oracle zincirin dışından ya da sözleşmenin dışından müdahale edilebilen bir yapı. Siz bunun kodunu yazarken diyorsunuz ki -bu işlemi yapmadan önce normalde ‘’Şu, şu, şu gerçekleşirse otomatik çalış.’’ deme ihtimaliniz var ya- hatta bitiş kondisyonu koymazsanız sınırsız çalışıyor, orada bir şeyler ters gidebilir dolayısıyla bir kapı koyup diyebilirsiniz ki ‘’Adana’da hava 55 derece olduğunda dursun.’’ ve bu noktada oracleı bir hava durumu sitesine bağlarsınız ve 55 dereceyi gördü mü sistemi kapatır. Daha manuel hali ‘’Bir hakimden, bir bilirkişiden, güvenilir kişiden girdi al, onay al, verification al.’’ gibi komutlarla dışarıdan müdahale imkanı veriyorsunuz.
Ekip: Son olarak hocam, akademik kariyeriniz boyunca edindiğiniz deneyimlere dayanarak genç hukukçulara ve araştırmacılara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Osman Gazi Güçlütürk: Güzel soru. Ben çok gezindim; avukatlık, akademi, yurt dışı, yurt içi, sektör, in-house, danışmanlık. Günün sonunda geldiğim yerden memnunum. Bir yerde de denedim, sevmediğime karar verince de çekildim. Herkesin fırsatı olur olmaz ama en temiz tavsiyem şu olur muhtemelen: Bu bir meslek, bu bir alan ve muhtemelen bir noktada marjinal bir karar verebilirsiniz, herkes verebilir ama hukukçu olduğunuz sürece de hayatınız boyunca devam ettireceğiniz, en azından kendinizi tanımlayacağınız bir alan. Sevdiğiniz bir alan bulmaya çalışmanız lazım. O alanı da bulma konusunda hukuk fakülteleri çok yardımcı olmuyor. Biraz böyle ek faaliyetlerle, araştırmalarla, aldığınız bilgilerle, okumalarla, daha erken aşamada neyi sevdiğinizi keşfetmenizi öneririm genel olarak. Sevdiğiniz bir alan var mı, yok mu çünkü o alana erken yoğunlaşabilmenizin size bir sürü artısı var ama bununla bağlantılı başka bir yere daha bağlayacağım: Diyelim ki bir alana girdiniz, iyi olduğunu düşünüyordunuz, 1-2 sene çalıştınız ve baktınız, olmadı. Aynı zamanda alan ve uzmanlık değiştirmek için de bir yere kadar -ben bile hala orada olduğumu düşünmüyorum- hiç geç değildir demek istiyorum. Günün sonunda yeni şeylerden korkmamak lazım. Türkiye’de hukuk fakülteleri biraz meslek okullarına dönüştü avukat yetiştiriyoruz, hakim yetiştiriyoruz gibi. Öyle değil. Temel (foundational) bir bilim. Size bir sürü konsept katıyor. Hukuktan çıkıp kamu yönetimine gidersiniz, uluslararası ilişkilere gidersiniz, bunlar zaten bilinen yollar. Hakimlik, savcılık, akademi zaten bilinen yollar ama onun haricinde yöneticiliğe gidersiniz, danışmanlığa gidersiniz, içeride işte bir anda sanatçı olur çıkarsınız, bir yerde mühendis olursunuz. Hukuk fakültesinin verdiği bilgilerin temel bir değeri var o yüzden onları böyle ‘’Ben şimdi çıktım, avukat stajımı yaptım ve artık bundan sonra avukat olmam lazım yoksa vaktim boşa gider.’’ gibi korkmamak lazım. Yeni şeyleri takip etmek lazım, rekabet hep var, sıkıntılar olur, hep var ama günün sonunda burada hukuk sürekli hayatla beraber gelişen bir şey. 5 sene önce düşünmediğimiz bazı şeyler şu an kocaman alanlar ya da bundan 5 sene önce kocaman olan alanlar şu an yok o yüzden bu mesleğin dinamik olduğunu görüp, anlayıp, bunu böyle benimseyip biraz yeniliğe, denemeye, sevip sevmediğiniz yerlere açık olmamız lazım. Sevdiğiniz yerde de artık uzmanlaşmanızı öneririm, yani buldunuz ve ilerliyorsunuz. Bütün alanların uzmanı olunamaz o yüzden bir şeyi bulduğunuzda da orada ilerlemenizi ve kendinize sürekli yeni bir şey katmaya çalışmanızı öneririm. Gözle gözükmüyor, hepimizin aslında gördüğü yerler biraz benzer gibi yani işte İstanbul, Ankara piyasalarını görüyoruz. Bazı alanlarda bir tık mecburiyet olduğunu anlıyorum, mesela kamuda İstanbul’dakiler de Ankara’ya gelmek zorunda ya da bazı işler için herkes İstanbul’a gitmek zorunda ama aslında hukuk her tarafta ihtiyacı olan bir meslek. Biraz böyle alanı kalıplarından ayrık görüp tanımak, temel bilim olduğunu anlayıp ona göre ilerlemek ve yeni şeylere bakmak lazım diye genel bir öneri vereyim.